READING

Odalarda ışıksız kalmış bir seyirciden notlar...

Odalarda ışıksız kalmış bir seyirciden notlar

Yazan: Frankie
[email protected]

Selamlar, hiç derdi yokmuş gibi bir de Yalı Çapkını’na dertlenen Frankie geldi. Başlamadan önce hemen ufak bir parantez açayım. Bir önceki yazıyı okuyan, yorumlayan, tartışmaya açan herkese çok teşekkürler. Gerçekten bana “Meğer ne çok acı sığdırmışız ömrümüze.” dedirtti. Bu sefer hangi acıyı sığdıramayıp klavyenin başına geçtiğimi ise hemen anlatayım. Evvelsi gün fragmanı izledim ve tabii ki yine kendimi “Yeni bölümü izleyip kahrolmalı mıyım?” diye düşünürken buldum. Her hafta aynı muhasebeyi yapıyorum, şakasız. Fark ettim ki hikâyenin atmosferi karardıkça sevdiğim hemen her şey bir bir gözden kaybolmuş. Bu kaybolan ışıltı yeni sezonda dönecek mi, dönse de beni bulmalı mı, açıkçası bilemiyorum.

Yalı Çapkını’nı konak dizileri arasında nereye koyacağımı düşündüğümde bir uca İstanbullu Gelin’i diğer uca Hercai’yi yerleştirmiştim. Tarz olarak farklılaşsalar da vaadini yerine getirmede başarılı örneklerdi. Hakkını vereyim, Yalı Çapkını uzun süre bu spektrumun tam ortasında kalmayı başardı. Fakat dizinin gidişatına bakılırsa artık Hercai’yle karşılıklı reyhani oynamaya doğru gidiyor.

Yalı Çapkını’nda tekrar eden bir anlatım biçimi var. Önce seyircinin asla olmaz diyeceği saçmalıkta bir olayı gündeme getiriyor, karaktere de “asla olmaz” dedirterek seyirciyi rahatlatıyor ama aslında fikre alıştırmak için zaman kazanmayı amaçlıyor. Bölümlere yayarak bunun tartışılmasını, seyircinin konuya bir miktar hissizleşmesini sağlıyor ve sonra vakti gelince beklenen darbeyi vuruyor. Bu yolla sert bir çakılmanın önüne geçip yumuşak iniş yapmış oluyor. Yol boyunca izlediklerimizi alt alta yazsam gaddarlığından başım döner ama bu hissizleştirmeyle bir şekilde sezon sonunu getirdim.

Dizideki tür karmaşası ve inandırıcılık problemi de yukarıdaki mekanizmayla boşanma olayının altını doldurmaya çalışırken başladı. Önce düşman kontenjanı genişledi ve hikayenin ruhunda bozulmalar oldu. Sonra ayrılık, bitmek bilmeyen şiddet ve töre dizisi tavrı ile iniş-çıkışlı duyguların çeşitliliği azalarak yerini sadece öfke ve üzüntüye bıraktı. Tüm bu süreçte izleyiciyi en başta çeken, özellikle mizahıyla parlayan özgün romanstan da mahrum kaldık. Dizi ışığını bana göre tam bu noktada kaybetti. Eğer öfke ve üzüntü hala bıkkınlığa dönmemişse bunda seyircinin karakterlerle kurduğu bağın kredisi, başarılı oyunculuklar ve yönetmenliğin payı büyük. Ancak dizinin fakirleşen duygu skalası bu haliyle devam ederse hikâyeden ümidimi tamamen keseceğim.

Sündüre sündüre anlatılan ayrılık sürecinde Ferit aşk acısıyla terbiye olurken Pelin’den koptu, Seyran da ha babam dayak yedi. Gelinen noktada Seyran’ın yalnızca Ferit’ten gelen şiddete karşı durmasının seyircide bir karşılığı yok, boşa inat ettiği algısı yerleşti artık. Halbuki şiddeti reddetmek onun en insani hakkıydı. Yetmedi, bir de aynı duruşu babasına karşı sergilemediği için mağdurken suçlu oldu. Sonrasında, şiddete rağmen istediği şeyi yapmaya devam etti, çünkü eve döndüğünden beri dayaktan korkmuyor. O zaman soruyorum: Caydırıcılığı olmayan bu şiddeti sürekli göstermenin mânâsı neydi?

Suna zaten babasının gölgesinden korkuyor, Seyran ise babasına rağmen kendi iradesiyle hareket ediyor. Suna itaatkar, Seyran asi. Ve bu süreçte iki karakterin gördüğü şiddet bu özelliklerini hiç değiştirmedi. Durum böyleyken, hikayenin, elindeki şiddet kozunu kullanmak konusunda çok bonkör davrandığını düşünüyorum. Üstelik her bölümde doldurmanız gereken bir şiddet kotanız varmış gibi davranmak, seyirciyi tanık olduğu şiddete hissizleştirme riskini de beraberinde getiriyor. Bu sefer sürekli el yükseltmeniz gerekiyor. Sonuç olarak dizide tam bu noktada eli silahlı, davar pazarlığı yapar gibi kız alan psikopatlar görmeye başladık. Hiç alışık olmadığımız mafyatik bir atmosfer, taciz ve ölüm tehdidi diziyi ele geçirdi.

Seyran’la Ferit’in arasında ipleri koparan şiddete gelelim. Ferit, kızları sıkıştıkları cendereden kendi hayatını riske atarak çekip çıkardı, bravo. Bu, dizinin başından beri Ferit’in attığı en duyarlı ve cesur adımdı. Ama kendi failliğiyle yüzleşti mi? Hayır. Peki Seyran tokat konusunu kendi içinde nasıl çözdü? Bilmiyoruz, çünkü hiç konuşmadılar. Sanıyorum Ferit’in sevgisinin gerçekliğine ikna oldu, sonra da artık ona zarar vermeyeceğine kendini inandırdı. Sonuç olarak elimizde kalan, birlikte olmadan önce bu defteri kapatmak için edilen bir özür. Yani sizi bilemem tabii ama iki öpücük arasına sıkıştırılan o toplu özür bende bir duygu yaratmadı açıkçası. Bir yüzleşmenin ardından gelse kesinlikle anlamlı olurdu ama şu haliyle oraya son dakikada eklenmiş gibi tınlıyor. Matemden fırsat mı oldu yüzleşmeye diyecekseniz çiftin nelere fırsat yarattığını şimdi buraya yazmayayım. Bu olay boşanmalarına sebep oldu, tek satırda çözülmemeliydi diye düşünüyorum. Hele ki Seyran’ın yalıdan gitmekteki haklılığı el birliğiyle hiç edilmişken… Suna bile “Değdi mi pire için yorgan yaktığına?” dedi hatırlıyor musunuz? Yani akıl var izan var, evlilik içi fiziksel şiddet pire mi? Karakterler o kadar kanıksamış ki şiddeti, Seyran haricinde kimsenin ağzından doğru bir söz duymuyoruz. Dizinin içinde en çok hangi mesaj tekrarlanırsa seyirci de ona ikna oluyor doğal olarak.

Sezon sonu geldi, hâlâ Seyran ve Suna’yı kim kurtaracak diye bekliyoruz. Çalacak bir tane kapıları yok. Haftalardır bir avuç manyağın elinde oradan oraya savruluyorlar ve kurtuluşları yine başkalarının insafına kaldı. Derseniz ki hikâye bu, bu kızların eli kolu bağlanıp doktorluk olana kadar böyle eziyet edilecek, o zaman ya en başından beri ben hikayenin hedef kitlesi değildim ya da çoktan gözden çıkardığı bir izleyiciyim. Dilerdim ki bu kızların hayatla mücadelesi hayatta kalma seviyesine inmesin ama olan oldu artık. Madem dizi her halükarda bu reytingleri alıyor, izleyeceklere bundan sonrası için daha duyarlı bir dil sunulmasını ümit etmekten başka çarem yok. Diziye emek veren ekibe teşekkürler, merak edip okuyan herkese sevgiler.


İLGİLİ İÇERİKLER

YORUMLAR BU YAZI İÇİN KAPALIDIR